İslam’da Yönetim Anlayış ve İtaat Kavramı
27.01.2024 - 23:11

Musab Seyithan

Musab Seyithan

İslam, her devirde uygulanabilecek değişmez ve değiştirilemez bir siyasî model öngörmemiştir. İslam, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu ihtiva eden bir takım idealler getirmiştir. Yeryüzünde fesat çıkarılmaması, fitneden uzak bir toplum düzeninin kurulması, adaletin tesis edilmesi, din ve vicdan hürriyetinin sağlanması gibi ideallerin gerçekleştirilmesini istemiştir. Başka bir ifade ile din, akıl, can, mal ve nesil emniyetlerinin korunmasını talep etmiştir. Bunların gerçekleştirilmesi için de muktedir bir devlete ihtiyaç vardır.

“Gerek Kur’an ve Gerekse Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinde Müslümanların nasıl bir devlet teşkilatı kuracağı, devlet başkanını nasıl ve hangi şartlarla seçeceği ve toplumun hangi siyasal şekil ve yöntemlerle yönetileceği konusunda ayrıntı verilmemiş, hatta bu konulara neredeyse hiç temas edilmemiştir. Yani bu konuda değişmez bir model yoktur. Fakat buna karşılık gerek insan ilişkilerinde gerekse devlet-fert ilişkisinde hâkim olacak temel esas ve amaçlar üzerinde ısrarla durulmuş, siyasi yapının daima ihtiyaç duyacağı sağlam bir zemin kurulmaya ve fertlere, sahip oldukları yönetim biçimlerini sağlıklı ve adaletli şekilde işletecek bir anlayış ve ufuk kazandırılmaya çalışılmıştır.” (TDV İlmihal-II İslam ve Toplum, Siyasal Hayat, s. 301-303, Diyanet Vakfı yayınları.)

Görüldüğü gibi İslam, bir din olarak devlet ve yönetim biçimlerine ilişkin bir belirleme getirmek yerine genel ilke ve amaçlar koymakla yetinmiş, insanlara da hem bu ilke ve amaçları hem de zamanın şartlarını dikkate alarak kendi yönetim biçimlerini belirleme ve düzenleme hak ve yetkisini bırakmıştır.

Toplu halde yaşayan insanların ilişkilerinin sağlıklı yürüyebilmesi, huzur ve güven içinde yaşayabilmeleri, bir takım düzenlemelerin ve bunu uygulayacak devletin varlığına bağlıdır. Söz konusu düzenlemeler olmadan, fertlerin ve toplumların huzur ve güven içinde mutlu bir hayat sürmeleri mümkün değildir. Ancak, meşru otoriteye itaat edilmediği sürece, ister yazılı kanunlar şeklinde olsun, ister yaşayan örf ve âdetler tarzında olsun, bu düzenlemelerin hiçbir yararı olmaz. O halde bilinçli itaat mutlaka gereklidir.

Kime itaat etmek gerekir, ya da kimlere itaat edilmelidir?” sorusuna gelince: Elbette itaate kim lâyıksa öncelikle ona itaat etmek, kime boyun eğmek gerekiyorsa ona boyun eğmek ve kimin emrini yerine getirmek gerekliyse onun emrini yerine getirmek icap eder.

Buna göre; kendisine itaat edilmesi gereken en büyük otorite, şüphesiz ki, tüm âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. O'na itaat, diğer itaatlerden önce gelir, O'nun buyruğu tüm buyruklardan üstündür. Kendisinden başkasına itaat, ancak O'nun izniyle ve müsaade ettiği ölçüde caizdir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulû’lemre itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasûl’e götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de neticede daha iyidir." (4/Nisâ, 59).

Görülüyor ki, itaatte öncelik; her şeyi yaratan ve dilediği gibi evirip çeviren, taat ve ibadette kendisine ortak kabul etmeyen, yegâne hüküm sahibi Allah’ındır. O'na itaat mecburidir. Müsaade ettiği ölçüler içinde başkasına itaat etmek de haddi zatında Allah’a itaat etmektir. Çünkü gaye, O'nun dediğinin tahakkuk etmesidir.

Ulûl-emre itaat, Allah’ın emri olmakla beraber, bunun bazı şartlara bağlı olduğunu, Kur'an'dan (Nisâ, 59) ve bazı hadislerden öğreniyoruz. Nitekim Rasûlullah (sav): "Müslüman kişinin, bir günah işlemekle emrolunması dışında, hoşlandığı veya hoşlanmadığı hususlarda Müslüman amirine itaat etmesi vaciptir. Bir günah işlemekle emrolunduğu zaman dinlemek ve itaat etmek yoktur" buyurur. (İbn Mâce, Cihad, 40)

Şu hadis de ayni şekilde, itaatin, Allah’ın rızasına uygun olmasını şart koşuyor: "Allah'a isyan olan hususta kula itaat yoktur. İtaat, ancak meşru olan şeydedir." (Buhari, Ahkâm, 4; Müslim, İmare, 39-40)

Buraya kadar geçen ayet ve hadislerden, Yüce Allah'a kayıtsız şartsız itaat etmenin farz olduğu, bunun gereği olarak; O'nun Rasûlü’ne, Müslüman olan ve İslâm ile hükmeden, İslâm’ın emrettiği yönetim biçimini yürüten ulü’l-emre de itaatin kaçınılmaz olduğu, Rabbin rızasına uygun olmayan hususlarda ise itaatsizlik gerektiği, açık bir şekilde anlaşılmıştır.

İslamî yönetim biçimi, kesinlikle buyurgan ve totaliter değildir. Yukarda zikrettiğimiz ayet ve hadisler, emretme makamında olanlara; “Nasıl olsa ben başkanım, bana itaat edilmesi gerekir, ne emrediyorsam yapmak durumundasınız” deme hakkını vermez. Emretme makamında bulunan kişi, kamu hukukunun bir tecellisi olarak, kişilerin seçimi ve hür irade beyanı ile o makama geçmiştir. O makam, kamu adına vekâleten iş görme makamıdır. Yapılan işler ve verilen emirler de İslam’a ve kamu menfaatine uygun olmalıdır.

İslamî hükümleri uygulamak için Müslümanların kurduğu devlet, İslam’ın genel ilkelerine ters düşmeyecek şekilde belirlenen kıstaslar doğrultusunda hareket ederler. Bu kıstaslardan oluşan metne, siz ister anayasa, ister kanun, ister yönetmelik, isterse tüzük deyin fark etmez. Önemli olan içeriktir. Belirlenen bu ilkeler doğrultusunda devlet idare edilir. Seçilen devlet başkanı, kendilerini seçenleri bu ilkeler doğrultusunda yönetir. İttifakla veya salt çoğunlukla kararlar alır. Başkan bu kararları yürürlüğe sokar ve uygulanıp uygulanmadığını denetler, ya da yetki verdiği bir kişi veya kişilere -mesela Devlet Denetleme Kurulu gibi-  denetlettirir. Başkan, “emretme makamında” olduğu için lâyüsel/sorumsuz değildir. Alınan kararlar onu da bağlar.

Bütün bu dediklerimizin dayandığı, dinî delili nedir diye sorulacak olursa: Allah ve Rasûlü (sav) her alana değişmez kurallar getirmemiştir. Bir takım sosyal, ekonomik ve siyasî alanları, ümmetin ictihâdî tespitlerine bırakmıştır. Bu konuda Rasûlullah (sav), Dârakutnî’nin rivayet edip İmam Nevevî’nin de “hasen” kabul ederek “Erbaîn/ Kırk Hadis” adlı eserinde naklettiği sözlerinde şöyle buyurur: “Allah, bazı hudutlar koymuştur; sakın onları aşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır; sakın onlara el uzatmayın. Bazı şeyler hakkında -unutmaksızın- yalnızca size rahmet olsun diye sükût etmiştir. Onları da soruşturup araştırmayın.” (İmam Nevevî, Kırk Hadis, hadis no:30)

Ebu’d Derda (r.a) rivayet ediyor: Rasûlullah (sav), “Allah’ın, Kitabında helal kıldıkları helal, haram kıldıkları haramdır. Hakkında hiçbir hüküm bildirmeyip sükût ettiği şeyler ise O’ndan bir lütuf ve bağışlamadır. Allah’ın âfiyetini isteyin. Zira Allah hiçbir şeyi unutmaz(Heysemî, el-Mecmâ’uz-Zevâid, l/171) dedi ve sonra şu ayeti okudu: “Senin Rabbin unutkan değildir.(19/Meryem, 64).

Bu iki hadis, ümmet için kolaylık ve genişliğin amaçlandığını gösterir. Hadislere göre, bazı hükümler için nass/ayet ve hadis getirilmeyip sükût edilmiş ve mevcut nassların ışığında anlaşılmaya çalışılması için Müslüman akıllara terk edilmiştir. (Yusuf el-Kardavî, İhtilaflar Karşısında İslâmî Tavır, Trc. Osman Taha, s. 89,ilke yay.İst.1992)

İslam, “organize çalışma yaparken, devletin çatısını kurarken, şu değişmez ilkeleri uygulayın” dememiş, bu konuda bir model önermemiştir. Eğer İslam’ın siyasi bir şablonu olsaydı, dört halife aynı şablona göre hilafet makamına geçerdi. Hepsinin halifelik makamına geliş modeli farklıdır. Bu konuda ayet ve hadis yoktur. Bu alan ictihada ve dolayısıyla değişime açık alandır. “Haramı helal, helâlı haram kılmamak kaydıyla Müslümanlar, kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar” (Buharî, İcare,14,50; Tirmizi, Ahkâm,17; Ebû Davud, Akdiye, 12) hadisi şerifi gereği Müslümanlar, Allah ve Rasûlü’nün hüküm koymadığı alanlarda, istişare yaparak yeni kurallar koyabilirler. Bu konuda Kur’an genel ilkeyi koymuştur, Müslümanların özelliklerini sayarken “Onların işleri, aralarında istişare iledir” (42/Şura, 38) diye buyurmaktadır.

Buna göre, hakkında nass olmayan mubah alanda Müslümanlar, fikir egzersizi yaparak kurallar koyabilirler. Koydukları bu kurala da -yukarıdaki hadis gereği- uymak zorundadırlar.

İşte devletin çatısını kurarken, bu mubah alandan faydalanarak, yöneticilerimizi nasıl seçeceğimizi, meclisin ve yönetim kurulunun işleyiş kurallarını, karar alma yeter sayısını ve salt çoğunluk prensibini, istişare ile belirleyebiliriz. Kurallar belirlendikten sonra, yöneten ve yönetilenler bu mekanizmanın çalışmasından çıkan kararlara uymak zorundadır. Bakanlar kurulunda, Mecliste veya Yönetim kurulunda istişare edilen bir karar, salt çoğunlukla çıktıktan sonra, o karara muhalif olanlar da, ona uymak zorundadır. Muhalefetleri istişarî karar alırken söz konusu olabilir. Daha önceden belirlenen kriterler doğrultusunda çoğunluğun desteği ile çıkmış karar, geneli bağlayıcıdır. “Ben karara olumlu oy vermemiştim, bundan dolayı beni bağlamaz” diye fitne çıkaramaz. Başkan da, çıkan karara oy vermemiş olsa bile, onu da bağlar ve yürürlüğe sokmakla sorumludur. “Ben emretme makamındayım, kabul etmiyorum” deme hakkına sahip değildir.

Sırf “emretmek” için emir verilmez. Verilen emrin, makul, mantıklı, maslahata uygun ve belirlenen kıstaslarla uyumlu olması gerekir. Körü körüne itaat olmayacağı gibi, körü körüne emretmek de olamaz. Şunu da unutmayalım ki; yöneticilik makamı efelenme makamı değil, hizmet makamıdır. Hâdim olmayan da, hâkim olamaz.

Not: Bu yazı, İslam’ı İŞİD gibi anlayanlara ve TEKFİRCİLERE hitap etmez ve onları muhatap da almaz.

 

  • Beğen
YORUM YAZIN