ODTÜ’de Bölüm Başkan Yrd. olarak görev yaptığım 1998-2000 yıllarında, Gıda Mühendisliği Bölümü olarak ilk kez akreditasyon sürecinden geçmiştik. Mühendislik eğitiminin akreditasyonu bir yana, akreditasyon sözcüğünün bile ülkemizde yeni olduğu 1990’lı yıllarda, ODTÜ Mühendislik Fakültesi, Türkiye’nin, ABET (Accreditation Board for Engineering and Technology) tarafından akredite olan ilk mühendislik fakültesi olmayı başarmıştır. ABET, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki mühendislik eğitiminin akreditasyonunu üstlenmiş olan önemli bir kuruldur. ABET’ten başarı ile geçmek, ABD’deki üniversitelerin mühendislik eğitimine eşdeğer bir kalitede eğitim vermek anlamına gelir. Denetime gelenler ABD’nin mühendislik eğitimine katkı sağlayan kurumlardan ve sektörlerden atanırlar. Türkiye’de böyle bir uygulama olmadığı için o dönem başvurulan ABET’in maliyetli oluşu ve eğitim dilinin bazı üniversitelerde Türkçe olması gibi nedenlerle, daha sonra ABET’in Türkiye versiyonu olan MÜDEK kurulmuştur.
O dönemde bölümümüz, bazı diğer mühendislik bölümleri ile birlikte, ABET2000'e müracaat etmişti. Dünyada da ilk kez uygulanacak olan ve toplam kalite yönetimini temel alan ABET2000 için önümüzde örnek alabileceğimiz çok fazla uygulama yoktu. Bu konudaki idari görevim nedeni ile, 1998-9 yıllarında ABET2000 raporunun hazırlanması sürecinde oldukça yoğun ve aktif bir rolü üstlenmek zorunda kaldım. Diğer yandan, bu sayede, toplam kalite yönetimi, öz-değerlendirme, sürekli gelişme ve yenilenme döngüsü gibi eğitim ve kalite konularında okumak ve bu konuları araştırarak dünyadaki ve ülkemizdeki uygulamaları incelemek fırsatını da elde etmiş oldum.
Zorlukları ve yoğun iş yükü bir yana, akreditasyon süreci, ait olduğunuz birimin tüm süreçlerini, bir nevi dip-köşe derinlemesine ele almak için de bulunmaz bir fırsattır. Gerçekleştirilen tüm eğitim uygulamaları ve bunların somut çıktıları masaya yatırılır. Böylelikle, eksiklikler de gün yüzüne çıkmış olur. Benim açımdan ortaya çıkan en önemli eksiklik ise, ‘Eğiticilerin Eğitimi’ konusu olmuştur.
Üniversite öğretim üyesi olabilmek için toplamda yaklaşık 6-10 yıl süren bir yüksek lisans, ve takiben, doktora çalışmasını tamamlamış olmak gerekir. Her iki lisansüstü eğitimin amacı da kişiyi araştırmacı bilim insanı olarak yetiştirmek ve geliştirmektir. Dolayısı ile, öğretim üyesi olduğunuzda, bir laboratuvar kurmanız ve araştırma tez konularını başlatıp yürütmeniz beklenir. Bunun haricinde, üniversite öğretim üyesi olduğunuzda kendi alanınızda dersler de vermeye başlarsınız, fakat ne yazık ki, eğitim fakültesi mezunları hariç, öğretim üyeleri bir öğretmenlik eğitimi almazlar. Mesela, öğretim teknolojileri nelerdir, etkili öğrenim metotları nelerdir, ölçme -değerlendirme nasıl yapılır, sınav sorusu hazırlarken, kağıtları değerlendirirken nelere dikkat etmek gerekir vd. konularda öğretim üyelerinin kendilerini geliştirebilecekleri bir uygulama mevcut değildir. Böyle olunca da, bir öğretim üyesi, tabiri caizse, deneme-yanılma ve el yordamı ile kendine bir tarz geliştirir ve uygular. En azından, o dönemlerde durum bu idi.
Yine Türkiye’de ilk olduğunu tahmin ettiğim bir uygulama 1990’lı yıllarda ODTÜ’de başlamıştı; Dönem sonunda ‘pembe formlar’ dediğimiz ‘öğretim üyesi değerlendirme formu’ öğrenciler tarafından doldurulurdu. Bu değerlendirmeden yüksek puan alan hocalara eğitimci ödülü verilirdi. Peki ya düşük puan alanlar? Onlar aynen devam ederdi, çünkü kendilerini geliştirebilecekleri bir mekanizma mevcut değildi.
İşte tam da bu noktada, ABET sürecinde, sürekli gelişim döngüsünün öğretim üyeleri ile ilgili olan kısmının tıkanıp kaldığını fark etmiştim. Bunun üzerine, Mühendislik Mimarlık Eğitimi Sempozyumunda bir bildiri sunarak1 konuyu gündeme getirdim. Ardından da, Dekanımız Prof.Dr. Yıldırım Üçtuğ’un girişimi ve desteği ile, ODTÜ’de ilk kez ‘Genç Öğretim Üyelerine Eğiticinin Eğitimi’ kursları Sürekli Eğitim Merkezi (SEM) bünyesinde başladı. O dönemlerde ben de interaktif ve aktif öğrenme tekniklerine merak salmış, kendi derslerimde de uygulamıştım. Hatta, bu dönemde Türkiye Kalite Derneği (KalDer) bünyesinde ‘Eğitimde Kalite’ çalışma grubunun kurulmasına da öncülük etme şansım olmuştu. Bu nedenle, ODTÜ’de öğretim üyesi olarak başlayanlara verilen bu kurslarda, eğitim fakültesinden bazı hocalarımız ile birlikte, ilk yıllarda ben de aktif eğitim başlığı ile katkı sağlamıştım.
ODTÜ genç öğretim üyelerine eğitici eğitimi adı altında kurs vermenin devamında başka üniversitelerde de benzer uygulamalar başladı. ODTÜ’de de, gerek o dönem Rektör olan Prof.Dr. Ural Akbulut hocamız, gerekse de bir sonraki Rektör Prof.Dr. Ahmet Acar hocamız tarafından uygulama benimsendi ve daha da güçlenerek devam etti.
Kanımca, bir öğretim üyesi için, insan yetiştirmek, onların hayatına dokunmak, onlar geleceklerini şekillendirirken model olabilmek, ilham verebilmek, en az bilimsel araştırmalar kadar önemli. Gençlerin mesleki eğitimleri sırasında onlara bazı bilgileri ezberletmek yerine, hayat boyu öğrenmeyi, yaratıcılığı, sorgulamayı, araştırarak ve uygulayarak bilgiye ulaşmayı ve çözüm odaklı olmayı da içeren, bilimsel düşünme yetisini aşılamak, bir eğiticinin hedef alması gereken önemli bir misyon.
İnanıyorum ki, Atatürk’ün, ülkemizi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma hedefi açısından, atılacak her türlü adım bir yana, eğiticilerin kalitesinin sürekli geliştirilmesi, iyileştirilmesi ve yetiştirdikleri insanlara, ezberlemeyi değil, düşünmeyi öğretmelerini amaç edinen stratejilerin hayata geçmesi, ziyadesi ile önemli olacaktır.
Kaynakça
Ögel, Zümrüt B. (1999). ABET 2000 ve Eğitimcinin Eğitimi: Mühendislik Eğitiminde Kaliteye Ulaşma Yolunda Teşhis ve Tedavi. Mühendislik Mimarlık Eğitimi Sempozyumu: Bildiriler Kitabı, s.171-180.