Dr. Emine Çelik, Türkiye'nin son dönemde giderek artan diplomasi trafiğini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Türkiye’nin Rusya-Ukrayna Savaşı ile son dönemlerde uluslararası sistem içerisinde daha da belirgin hale gelen diplomasi trafiği dikkat çekici düzeyde ilerlemeye devam ediyor. Öyle ki Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın daha ilk anlarında Antalya Diplomasi Forumu'nda arabuluculuk rolü üstlenen Türkiye, ateşkes sağlanması için uluslararası alanda yürütülen görüşmelerde katalizör görevi üstlendi. Her iki ülkenin savaşı sonlandırması adına çağrıda bulunan Ankara’nın, Ukrayna’da yaşanan insani krizin daha da derinleşmemesi, dünyadaki gıda ve enerji krizinin önlenmesi adına ortaya koyduğu çaba, ABD, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülke ve NATO, BM gibi birçok uluslararası kurum ve kuruluş tarafından önemli destekler gördü. Savaşın sonlandırılması adına başlayan görüşmeler, her ne kadar kendi iç ve dış dinamikleri ile savaş alanında yaşanan olumsuz olaylar zinciri bağlamında iki ülkenin masayı terk etmesi ile sonuçlansa da yükselen gıda krizinin aşılması için önemli adımların atıldığı bir gerçek.
Bunun yanı sıra savaş, Rusya’ya komşu ülkelerin haklı güvenlik endişelerinin de giderek arttığı bir dönemin kapısını araladı. Gelinen noktada Kremlin’in saldırgan tutumunu devam ettirmesi sonucu Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmak için başvuruda bulunacaklarını açıklamaları ile gözler yeniden Türkiye’ye döndü. Nitekim Finlandiya ve İsveç'teki PKK ve FETÖ terör örgütlerinin varlığı ve faaliyetlerinin yanı sıra Türkiye’ye uygulanan bir dizi ekonomik ve ticari yaptırım, Türkiye’nin her iki ülkenin NATO üyeliğine haklı vetosuyla karşılaştı.
Netice itibarıyla NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in yanı sıra Biden ve Johnson gibi önemli aktörler, Türkiye’nin tutumu ve tavrına ilişkin pozisyon aldılar. Bu doğrultuda da 28-30 Haziran tarihlerinde Madrid'de gerçekleşen NATO Zirvesi'nde alınan kritik kararların yanı sıra Türkiye, İsveç ile Finlandiya arasında gerçekleşen üçlü görüşme, zirvenin odak noktası oldu. İsveçli ve Fin hükümet liderleriyle yapılan görüşmeler sonucunda Türkiye’nin terör örgütlerine sağlanan finansal, askeri ekipman ve mühimmat desteğinin yanı sıra propaganda araçlarının terör örgütlerince kullanımının ortadan kaldırılmasına ilişkin haklı talepleri, yazılı bir mutabakatla kabul edildi. İmzalanan üçlü mutabakat sonrasında Stoltenberg’in Finlandiya ve İsveç’in Türkiye’ye tam destek vereceğine ilişkin sözü gündemdeyken mutabakatın pratikte hayata geçirilmesinin zaman içerisinde şekilleneceğini söylemek mümkün.
İsveç ve Finlandiya’nın PKK ile ilgili Madrid’de imzalamış oldukları ortak mutabakata yönelik Türkiye’nin endişelerini gidermemesi durumunda ise Ankara’nın NATO üyeliğini veto hakkı hala elinde.
11 Eylül 2022 tarihinde genel seçimlerin yapılacağı İsveç’te ise PKK ile bağların koptuğuna ilişkin güçlü söylemler mevcut. İsveç Başbakanı Magdalena Andersson, yaklaşan seçim öncesinde Sol Parti içerisinde PKK/YPG’ye ait sözde bayrak ile poz veren muhalefetle ortaklık yapmayacağını vurgulaması, somut bir adım olarak görülebilir. Ayrıca İsveç hükümeti, muhalefet PKK kartını kullanmasına rağmen, ülkede PKK’ya maddi ve manevi hiçbir desteğin sağlanmayacağı yönünde sıklıkla beyanda bulunuyor. İsveç ve Finlandiya’nın PKK ile ilgili Madrid’de imzalamış oldukları ortak mutabakata yönelik Türkiye’nin endişelerini gidermemesi durumunda ise Ankara’nın NATO üyeliğini veto hakkı hala elinde. Türkiye’nin NATO içerisindeki konumu ve etkinliğinin yanı sıra mutabakatın dışına çıkılması halinde izleyeceği yol haritasındaki keskinlik, her iki hükümet kanadının da PKK ile olan ilişkilerini bitirmeye yönelik somut adımlar atmasına zemin hazırlıyor.
Türkiye’nin Madrid’de göstermiş olduğu haklı tepkinin NATO içerisindeki ülkelerin de desteğini alması, Yunanistan’ın da Türkiye aleyhinde yıllardır sürdürdüğü "düşmanca" tavrını sözde yumuşatmasına neden oldu. Öyle ki Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’in son dönemlerde vermiş olduğu demeçlerdeki Türkiye düşmanlığı, ABD’nin Yunanistan’daki askeri varlığının yanı sıra Fransa ve İngiltere’den aldığı silahların vermiş olduğu güvenle tehditkar bir dile dönüşmüştü. Ancak Türkiye’nin Madrid’de elde ettiği diplomatik zaferler, Miçotakis’in bu tutumuna rağmen Kıbrıs ile ilgili Erdoğan’dan Madrid’de görüşme talep etmesine de zemin hazırladı. Ankara’nın Miçotakis'e cevaben görüşme adresini Kıbrıs olarak işaret etmesi, Yunanistan ile Türkiye arasında yükselen krizde Ankara’nın hanesine yazılan bir başka başarı olarak uluslararası basında yer aldı.
Madrid Zirvesi sonrası Batı Bloku ile ilişkilerini güçlendiren Türkiye, - PKK terör örgütü bağlamında hala devam eden finansal destek, silah ve mühimmat desteği ile F-35 ve F-16 krizleri dışında - Orta Doğu’da da yeni bir dönemin kapısını araladı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır ile ikili ilişkilerini güçlendirmek adına bir dizi görüşme gerçekleştiren Ankara, bölgesel dengeleri demokratik sistem içerisinde siyasi ve ekonomik olarak yeniden kurgulamayı hedefliyor.
Körfez’deki diplomatik atılım ve İsrail ile normalleşme süreci, ticari ve ekonomik hamlelerin yanı sıra siyasi alanda da yeni adımların atıldığını gösteriyor. Her iki ülkenin karşılıklı büyükelçileri yeniden atanmasına ilişkin düzenlemeler yapması ve bölgesel iş birliği üzerinde görüşmeleri, Ankara’nın diplomasi trafiğinde bir başka önemli eksen. Bilindiği üzere Rusya’nın Suriye’de gerçekleştirdiği kuvvet kaydırması, İsrail’in burada daha aktif bir rol oynamasına kapı araladı. Ankara’nın, hem İranlı milislerle mücadelede İsrail’in çarpan etkisini kullanmak hem de PKK ile mücadele açısından ve Suriye’deki terör yapılanmalarının önlemesi için İsrail ile ilişkilerin bölgesel olarak gerekliliğine inandığına dair yorumlar gündemde.
Tüm bu gelişmelerin yanı sıra Türkiye’nin diploması trafiği, Suriye’deki krizi sonlandırmak adına Astana Süreci olarak bilinen, Rusya, Türkiye ve İran arasındaki görüşmelerin yedincisinde daha da hareketlendi. Tahran’da gerçekleşen zirvede söylem bazında Suriye’de devam eden iç savaşın sonlandırılmasına ilişkin somut adımlara dair değişiklik olmadığını söylemek mümkün. Türkiye’nin PKK ve terörle mücadele kapsamında Suriye’ye düzenleyeceği operasyona hem Rusya’nın hem de İran’ın kendi iç ve dış dengeleri bağlamında karşı çıkmaları ise yeni bir başlık olarak eklendi. Rusya’nın, Ukrayna ile süren savaş sebebiyle kuvvetlerinin büyük bölümünü bu bölgeye kaydırması ile beraber Suriye’deki etki alanının kırıldığına dair analizleri engellemek adına karşı çıktığı biliniyor. İran ise Rusya’nın etkisinin azalması sonucu Şii milislerle arttırdığı alan hakimiyetini kaybetmemek adına bu operasyona karşı çıkıyor.
Tahran’da gerçekleştirilen üçlü zirve sonrasında PKK terör örgütü tarafından Kuzey Irak’ın Zaho bölgesinde bir saldırı düzenlendi. Irak’taki iç karışıklıktan faydalanan ve Türkiye’nin Suriye’de kendisine düzenleyeceği olası bir harekatın hızını kesmek isteyen PKK terör örgütü ise bu durumu kendi lehine çevirmek istiyor.
Gelinen noktada Ankara’nın ocak ayı itibarıyla daha da hız kazanan diplomasi trafiğinin Türkiye’nin uluslararası sistem içerisindeki rolünü daha da belirginleştirdiği görülüyor. Rusya ile Ukrayna arasındaki arabulucu rolü, NATO içerisindeki askeri gücü, gıda krizinin çözülmesindeki yadsınamaz etkisi, Körfez ülkeleri ve İsrail ile diplomatik normalleşme adımları, Türkiye'nin hem Batı ve NATO bağlamında hem de bölgesel olarak Orta Doğu’da birçok denklemin ana unsurlarından olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla da Ankara’nın kazanmış olduğu diplomatik başarıların, Türkiye’nin haklı güvenlik endişeleri neticesinde Suriye’ye düzenlemeyi planladığı harekatta çarpan etkisi göstermesi mümkün.
[Dr. Emine Çelik, radikalleşme, terörizm ve siber terörizm uzmanıdır.]