Bilindiği gibi, 5'inci madde uyarınca NATO üyesi bir ülkeye saldırıldığında, tüm NATO ülkeleri saldırıya uğrayan ülkeye destek vermekle yükümlüdürler. 5'inci maddenin yürürlüğe girdiği NATO tarihindeki ilk ve tek olay, ABD’de yaşanan ikiz kuleler ve Pentagon saldırılarıdır [1]. Bir devlet muhatap olmadığı halde, terörle mücadele gerekçesiyle NATO’nun 5’inci maddesi işletilmiş, NATO ülkeleriyle birlikte Afganistan işgali başlatılmış, ardından da Irak’ın işgali gelmiştir.
Hatırlanacağı gibi Irak’ın işgali sırasında 6 özel güvenlikçinin Felluce’de köprüye asılmaları sonrasında ABD burada en ağır meskun mahal saldırılarından birini yapmıştı. Konvansiyonel savaşın en kudretli silahları; B-1, B-2, B-52, F serisi savaş uçakları, Apache tipi taarruz helikopteri havadan, karadan da "uranyum çekirdekli mermiler dahil" ölümcül ateş destek vasıtaları ve zırhlı unsurlar kullanılmıştı. Sonuçta ise 2 binden fazla Felluceli hayatını kaybetmiş, Felluce meskun mahalli neredeyse tamamen yıkılmıştı.
5'inci madde uyarınca NATO üyesi bir ülkeye saldırıldığında, tüm NATO ülkeleri saldırıya uğrayan ülkeye destek vermekle yükümlüdürler.
Günümüze geldiğimizde ise NATO üyeleri arasındaki dayanışmanın kendini farklı örnekler üzerinden göstermeye başladığı görülüyor. Örneğin, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda NATO üyesi Polonya’ya iki Polonyalının ölümüyle sonuçlanan menşei belirsiz füze parçalarının düşmesi sonrası NATO karargahında ve ülkelerinde büyük hassasiyetler oluşmuş, son derece güçlü bir kamu diplomasi etkisi yaratacak şekilde NATO eksenli tepkiler ortaya konmuştur.
İttifakın en büyük ikinci ordusuna sahip Türkiye’nin 1952'den beri üye olduğu NATO, temelde; “Kavramsal-jeopolitik ve stratejik düzlemde” bir güven ortaklığı şeklinde tanımlanabilir. Türkiye ise NATO ve ABD’nin jeopolitik oluşum ve küresel inisiyatifinin vazgeçilemez bir parçası, kanadı ve kilit ülkesidir. Ancak Ankara, NATO müttefiklerinden terörle mücadelede ve güvenlik endişelerinde beklediği desteği göremediği için ittifak ile ilişkilerde son dönemde artan bir güven bunalımı yaşanıyor.
Ankara NATO müttefiklerinden terörle mücadelede ve güvenlik endişelerinde beklediği desteği göremediği için ittifakla ilişkilerde son dönemde artan bir güven bunalımı yaşanmaktadır.
Örneğin, bir NATO ülkesi olarak Türkiye’ye saldıran YPG/PYD/PKK terör örgütünün ABD başta olmak üzere, başat bazı NATO ülkeleri tarafından korunması, himaye edilmesi, fonlanması, eğitilmesi, donatılması, yönetilmesi, yönlendirilmesi ve bu örgütlere alan açılması Ankara’da haklı olarak rahatsızlık yaratıyor. Oysa bilindiği üzere Ankara’nın terörle mücadelesinde müttefikleriyle karşılıklı verilen sözler ve yapılan mutabakatlar söz konusudur. 2019'da bizzat dönemin ABD Başkanı Donald Trump tarafından Türkiye’ye gönderilen Başkan Yardımcısı Mike Pence ile imzalanan mutabakata göre; terör örgütünün ağır silahlarını da alıp Türkiye sınırlarının 30 km aşağısına inmesi öngörülmüştü [2]. Ancak hem sahadan gelen veriler hem de yetkililerin yaptığı açıklamalar buna uyulmadığını ve Türkiye’ye vadedilen desteğin verilmediğini gösteriyor.
Türkiye için varoluşsal bir terör tehdidinin bizzat Atlantik tarafından beslenmesinin sonuçları sadece Türkiye’yi etkilemeyecektir.
Halbuki Türkiye için varoluşsal bir terör tehdidinin bizzat Atlantik tarafından beslenmesinin sonuçları sadece Türkiye’yi etkilemeyecektir. Terörün istikrarsızlaştırdığı bölgede tüm dünya için göç başta olmak üzere pek çok güvenlik tehdidi de ortaya çıkıyor. Diğer yandan pek çok sivili hedef alan teröre verilen destek, Atlantik’in savunduğunu iddia ettiği demokrasi, insan hakları, özgürlükler, barış gibi kavramların üzerinde büyük bir fiziki, kavramsal ve etik tehdit ürettiği gibi, Türkiye’nin güven ve eşgüdümünün kaybedilmesi, ittifakı idaresi güç jeopolitik türbülanslara sürükleyecektir.
Eli kanlı bir radikal örgütü (DEAŞ), laik-seküler kisveye bürünmüş, Kürt kimliğini istismar eden başka bir eli kanlı ırkçı terör örgütünün (PKK/YPG) temizleyemeyeceğinin anlaşılması gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasına göre, YPG/PKK terör örgütü 2017’den itibaren ABD’nin kontrolüne verdiği alanlardan NATO ve ABD müttefiki Türkiye içine tam 764 kez havan, roket, obüs ve top mermisi attı. Bu saldırılarda 32 masum hayatını kaybetti, 261’i yaralandı. Yine sınır ötesinde destek verilen terörün Türkiye içini hedef alan saldırılarda 153 Türk askeri ve polisi şehit düştü, 173’ü yaralandı. Bu sayılara Suriye ya da sınır hattındaki temas noktalarında gerçekleştirilen kanlı saldırılar ve Suriye içinde, Türkiye’nin kontrol ettiği alanlarda katledilen yüzlerce sivil dahil değil.
Batılı ülkelerin DAEŞ’in terör saldırılarına karşı verdiği mücadele ve aldığı tedbirler göz önünde alındığında, Türkiye’nin 40 yıldır sivil hedefler dahil on binlerce kurban verdiği terör örgütü YPG/PYG/PKK'nin saldırılarına karşı sınır içinde ve sınır ötesindeki mücadelesi de "empati üreten" adil bir bakışla ele alınmalıdır.
ABD ve bazı NATO ülkeleri, Rusya ile beraber, eli kanlı terör örgütünü kullandıklarını ve bazı meşum hedeflerine ulaşacaklarını düşünseler de esasen terör örgütü; söz konusu ülkelerin, bazı AB ülkelerinin, Rusya ve terör örgütüyle ilişki geliştiren bazı bölge ülkelerinin kendisini kullanmasından faydalanıyor. Terör örgütü, Batı ülkelerini örtülü tehdit yoluyla da hedeflerine ve menfaatlerine ulaşmaya çalışıyor. Bunun en güzel örneği de elinde tuttuğu DAEŞ’lilere yönelik dile getirdiği “salıveririm” ve “mücadeleyi bırakırım” tehditleri oluşturuyor.
Eli kanlı bir radikal örgütü (DAEŞ) ve coğrafyadaki radikalizmi, laik-seküler kisveye bürünmüş, Marksist-Leninist-Enternesyonalist kökenli, Kürt kimliğini istismar eden eli kanlı ırkçı bir terör örgütünün (PKK/YPG) temizleyemeyeceğinin anlaşılması gerekiyor.
[Abdullah Ağar, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Savunma ve Güvenlik Analisti, Gazi]
[1] https://bigpara.hurriyet.com.tr/haberler/genel-haberler/nato-5-maddeyi-uyguluyor_ID378029/
[2] https://www.aa.com.tr/tr/baris-pinari-harekati/abd-baskan-yardimcisi-pence-abd-ile-turkiye-anlasti/1617537