Türkiye-İsrail normalleşmesinin enerji boyutu - Haydar Oruç
11.03.2022 - 16:58

ANALİZ

ANALİZ

Türkiye-İsrail ilişkileri uzun bir aradan sonra tekrar ısınmaya başlıyor. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un yüksek beklentilerle gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti, bunun en somut göstergesi. Zira iki ülke arasında liderler seviyesinde en son ziyaret, 2008 yılında, dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert tarafından gerçekleştirilmişti.

Aradan geçen 14 yılda iki ülke arasındaki ilişkiler önemli sınamalardan geçti. 1990’lı yıllarda tecrübe edilen stratejik ortaklıktan neredeyse düşmanlığa evrilen ilişkiler, tarafların çıkarlarına zarar verirken bölgede oluşan negatif atmosfer ise sonu gelmeyen kısır döngülere yol açtı. Birçok kez aşırı şekilde gerilen ve dönem dönem kopan ilişkiler, bölgesel ve küresel konjonktürün de dikte etmesiyle artık tamir sürecine girmiş gözüküyor.

Geldiğimiz nokta Türkiye’nin bazen tek başına kalarak sürdürdüğü ve bazı kesimlerce "kıymetli yalnızlık" olarak adlandırılan politikanın ne kadar haklı olduğunu gösterdi. 

Türkiye’nin pozisyonu

Türkiye, ilişkilerin gergin olduğu 14 yıllık süre boyunca Filistin davasını desteklemekten, Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde yürütülen iki devletli çözümü savunmaktan ve uluslararası hukukun gereklerinin yerine getirilmesini talep etmekten hiç vazgeçmedi. Bölgedeki ateşin söndürülmesi için öncelikle Filistin sorununun çözümlenmesi gerektiğini dile getirerek Filistin devletini her ortamda destekledi.

Geldiğimiz nokta Türkiye’nin bazen tek başına kalarak sürdürdüğü ve bazı kesimlerce "kıymetli yalnızlık" olarak adlandırılan politikanın ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Dolayısıyla artık bölge ülkelerinin ve konuya taraf olan diğer muhatapların, Filistin meselesinin eşit ve adil bir şekilde çözümlenerek tarafların üretilecek sinerjiden yararlanıp diğer konularda da fayda sağlamasının en uygun seçenek olduğuna ikna oldukları görülüyor.

Barış için enerji diplomasisi

Bu sürecin mesafe kat edebilmesi için ilk bakışta öne çıkan konu kuşkusuz enerji iş birliğidir. 2016 yılında imzalanan normalleşme anlaşmasının motivasyonlarından biri de enerji iş birliğiydi. Ancak o dönem yürütülen müzakerelerde İsrail’in taleplerinin kabul edilebilir bulunmaması, süreci tıkamıştı. Çünkü İsrail, hem döşenecek boru hatlarının maliyetini paylaşmaktan imtina etmiş hem de Türkiye’nin İsrail’den alacağı gazı üçüncü ülkelere satışı konusunda zorluk çıkarmıştı. Dolayısıyla, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bürokrasisinin yürüttüğü birkaç tur görüşmeden de sonuç alınamayınca, Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması planı hasıraltı edildi.

Eastmed boru hattı projesi neden işlemedi?

Akabinde yaşanan talihsiz gelişmeler nedeniyle ilişkiler yeniden kesilince, İsrail ve o dönem ittifak ilişkisine girdiği bazı ülkeler, gazın Avrupa’ya Türkiye üzerinden değil, Girit-Yunanistan ve İtalya rotalarını takip eden ve Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı (Eastmed Pipeline) olarak isimlendirilen hattan ulaştırılması için adımlar atmaya başladı. Bu kapsamda aralarında İsrail, Mısır, Yunanistan, GKRY, Filistin ve Ürdün’ün de bulunduğu yedi ülkeyi bir araya getiren Doğu Akdeniz Gaz Forumu kuruldu.

Nihayetinde AB ve ABD’nin zımni desteğiyle ayakta duran Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı Projesi'nin tabutuna son çiviyi, ABD projeden desteğini çekerek çaktı.

Ne var ki bu hat, Türkiye seçeneğine göre hem daha uzun ve meşakkatli hem de derin deniz geçişleri içermesi nedeniyle çok pahalıya mal olmaktaydı. O tarihlerde 7,5-8 milyar doları bulan masrafları karşılayacak kimse bulunamadığı gibi gaz fiyatlarının çok düşük seyretmesi de projenin hayata geçirilmesinin önüne geçiyordu. Zira uygulama masrafları da eklenince buradan çıkarılacak gazın maliyeti spot piyasadaki fiyatların çok üstünde kaldığından maliyet-etkin olmuyordu.

Ayrıca Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti (UMH) arasında 28 Kasım 2019 tarihinde imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasına göre Türkiye ile Libya arasında çizilen hat, Doğu Akdeniz’i ortadan bölüyor ve bu hattan Türkiye’nin bilgisi ve izni olmaksızın geçişleri engelliyordu. Dolayısıyla hem maliyet-etkin olmayan hem de uluslararası hukuka göre Türkiye’nin iznine tabi olan bu güzergâhta ısrar edilmesi de gerçekçi bulunmuyordu. Nihayetinde AB ve ABD’nin zımni desteğiyle ayakta duran Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı Projesi'nin tabutuna son çiviyi, ABD projeden desteğini çekerek çaktı.

Eastmed’in alternatifi ne olacak?

Bu saatten sonra ne İsrail’in, ne de bu projeye baş koyan Yunanistan ve GKRY’nin projeyi sürdürme şansı kalmıyordu. Dolayısıyla Türkiye’nin içerisinde yer almadığı bir paradigmanın çalışmadığı ve çalışmayacağı kesin bir şekilde anlaşılıyordu. Geriye ise bu paradigmayı değiştirmek ve Doğu Akdeniz’in en uzun kıyılarına sahip Türkiye’yi de oyuna dâhil ederek ilerlemek kalıyordu.

Gelinen noktada taraflar, bölgede Türkiye olmadan bir oyun kurulamayacağını çok net bir şekilde anladı.

Buna mukabil Rusya’nın Ukrayna’yı işgale kalkışması sonrası enerji arzında yaşanan sorunlar, Avrupa’nın enerji tedarikinde Rusya’ya olan bağımlılığını azaltma ihtiyacını derinden hissetmesine yol açarken ve bu gerçeklik, Doğu Akdeniz gazını diğer alternatiflerine göre bir adım öne çıkardı. Gelinen noktada taraflar, bölgede Türkiye olmadan bir oyun kurulamayacağını çok net bir şekilde anladı. Artık Türkiye bu projenin dışında değil merkezinde yer alıyor.

İsrail’in bölgede ne kadar gazı var?

Doğu Akdeniz’de toplamda yaklaşık 7-8 trilyon metreküp gaz bulunduğu tahmin ediliyor. İsrail’in ise ispatlanmış rezerv olarak 1 trilyon metreküp üzerinde doğal gaza ve 2 milyar varil petrole sahip olduğu düşünülüyor. Başlangıç olarak bu gazın 360 milyar metreküplük kısmının ihraç edilmesi planlanıyor. Ancak bunun gelecekteki keşiflerle daha da artması mümkün olabilir.

Gaz keşiflerinin yapıldığı en önemli bölge ise 580 milyar metreküplük rezervle Leviathan sahasıdır. Aslında Leviathan sahasından gazın çıkarılıp son kullanıcıya sunulması için 2017 yılı hedeflenmişti, ancak yukarıda saydığımız gerekçelerle bu mümkün olmadı. Her ne kadar, bu sahadaki gazı hedeflenen sürede uluslararası piyasaya ulaştırmak mümkün olmasa da 2020 başların Noble ve Delek konsorsiyumu, ilk gazı çıkararak ulusal sisteme entegre etti. Bu sayede İsrail’in atıl durumdaki gazı çıkarıp ekonomik faydaya çevirmesi sağlanırken akabinde de çıkarılan gazın bir kısmının Mısır’a satılması yönünde bir anlaşma yapıldı. Şimdi sırada bu gazı Avrupa’ya ulaştıracak hattın hayata geçirilmesi var.

Türkiye güzergahının avantajları

Leviathan sahası ile Türkiye ana karası arasındaki mesafe yaklaşık 500 kilometre. Dolayısıyla inşa edilmesi gereken boru hattı uzunluğu diğer projenin sadece dörtte biri kadar. Bu durum proje maliyetinin de aynı oranda azalması anlamına geliyor. Ayrıca güzergâhtaki derinliğin de diğerine göre daha makul olduğu unutulmamalı. Sonrasında, Türkiye’yi boydan boya kat eden mevcut boru hatları olduğundan geriye sadece çekilecek hattın burayla irtibatlanması kalıyor. Bu durumda Türkiye, güzergâhı hem daha kısa hem daha ucuz hem de inşaat süresi bakımından en avantajlı seçenek olarak karşımızda duruyor.

Projenin Türkiye’ye katkısı ne olacak?

Proje hayata geçtiğinde her şeyden önce Türkiye’nin enerji tedariki çeşitlendirilmiş olacak. Daha önceki yıllarda ihtiyacımızın büyük kısmını karşıladığımız İran’ın uluslararası yaptırımlara maruz kalması, buradan alınan gazın sürdürülebilirliğini zora sokuyor. Ayrıca İran’ın dönem dönem gazı bir politik araç olarak kullanmak istemesi de ilişkilere zarar veriyor.

Benzer şekilde Rusya’nın da son dönemde uluslararası yaptırımlara maruz kalması, bu kaynağı da tartışmalı hale getiriyor. Dolayısıyla alternatif bir kaynak olarak Doğu Akdeniz gazının ortaya çıkması, enerji güvenliği bakımından son derece önemli. Bu durum, Türkiye’nin enerji piyasasındaki önemini ve değerini arttıracaktır.

Buna ilave olarak, projenin hayat geçirilmesi halinde süreçte görev alacak Türk şirketleri için yeni istihdam olanakları sağlanacaktır. Projeye fon sağlayacak ülkeler tarafından yapılacak doğrudan yatırımlar GSMH üzerinde olumlu etki yapacaktır.

Belki de en önemli katkı; bu projenin bölgesel barış projeksiyonunun çimentosu olma ihtimalidir. Zira Türkiye’nin aktif olarak sürece katılmasıyla hem Filistin hem de Kıbrıs meselesinin çözümlenmesi için ilerleme kaydedilebilir. Buna mukabil Türkiye’nin Avrupa’nın enerji tedarikinden büyük katkı sağlaması, doğrudan üyelik yolunu açmasa da önemli bir adım olacaktır.

Sonuç olarak; Türkiye ile İsrail’in Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması için bir anlaşmaya varmaları halinde; enerji tedarikinde çeşitlilik sağlanacak, enerji yolları güvenceye alınacak, yeni istihdam imkânları ve yabancı yatırımlar ile gazın üçüncü ülkelere satışında elde edilecek kâr nedeniyle büyük bir ekonomik fayda söz konusu olabilecektir.

Ayrıca taraflar arasındaki iş birliğinin bölgesel barışa da önemli katkı sağlayabileceğini söylemek mümkün. Bu anlaşmanın, Filistinlilerin uzun zamandır devam eden acılarının sona ermesine ve Kıbrıs’ta da iki devletli bir çözüme ulaşılmasına vesile olması temennisiyle…

[Haydar Oruç, Orta Doğu Uzmanı]

 

 

 

 

  • Beğen
YORUM YAZIN