AK Parti iktidarı ile Türkiye'nin Körfez ülkeleriyle yakınlaşma siyaseti, 2010 sonrası yaşanan birçok gelişme nedeniyle farklı bir yöne evirildi. Bu anlamda statüko siyaseti benimseyen BAE ile Türkiye arasındaki ilişkiler özellikle Mısır’ın ilk ve tek demokratik yollardan seçilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı yapılan Sisi darbesi sonrası zedelendi. Devam eden süreçte Libya, Doğu Akdeniz, Sudan, Suriye gibi Orta Doğu’nun muhtelif noktalarında Ankara’nın karşısında yer alan Abu Dabi, 2021 yılından beri Türkiye ile ilişkileri onarma yönünde ciddi adımlar attı.
ABD'nin bölge politikalarındaki değişim, Rusya etkisi ve Çin'in Orta Doğu'da artan angajmanı bölgede yeni denklemleri beraberinde getirdi.
Türkiye’nin "dış politikada dostları artırıp düşmanlıkları azaltma" yönündeki prensibine uyumlu olan bu siyaset, Ankara tarafından da olumlu karşılandı. Ağustos 2021’de BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Tahnun bin Zayed el-Nahyan’ın, Kasım 2021’de ise BAE’nin fiili lideri Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan’ın Ankara ziyaretleri ilişkilerde yeni döneme girildiğini ortaya koydu. Bu yeni dönemde çıkar çatışmalarına ve farklı siyasetlere rağmen ekonomik iş birliği öne çıkarıldı ve bir anlamda rekabetler sonlanmadı fakat yönetilmeye başlandı. Diplomatik restorasyon bağlamında atılan bu adımların yanında birtakım olumlu gelişmeler de yaşandı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Körfez turlarının yanında, Türkiye’de aranan Sedat Peker’in ve Muhammed Dahlan’ın faaliyetlerinin askıya alınması, karşılıklı medya yasaklarının kaldırılması ve ticaret ortaklıklarının geliştirilmesi adına üst düzey telefon görüşmeleri ve toplantılar gerçekleştirildi. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BAE’ye yaptığı iadeiziyareti küresel ve bölgesel denklemler açısından farklı dinamikler içermektedir.
Abu Dabi 2021 yılından beri Türkiye ile ilişkileri onarma yönünde ciddi adımlar atarken, Türkiye-BAE hattında çıkar çatışmalarına ve farklı siyasetlere rağmen ekonomik iş birliği öne çıkarıldı.
Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin küresel siyasal sistemdeki dönüşümlerden etkilendiği söylenebilir. Bu anlamda üç ana başlık öne çıkıyor. Bunlardan ilki her ne kadar tartışılıyor olsa da mevcut uluslararası sistemin en büyük gücü olan ABD ile ilgili gelişmeler. 2017-2021 arası başkan olan Donald Trump’ın Orta Doğu politikası bölgesel istikrarsızlığın ve kaosun artmasına neden oldu. Nitekim Körfez’e ucu açık destek veren Trump, bölgenin kronik sorunu İsrail-Filistin meselesinde de Tel Aviv’den yana durarak gerilimi artırdı. Trump’ın benzer siyaseti Türkiye-Körfez ilişkilerine de yansıdı. Ancak 2021 seçimlerinde Trump’ın yerine Biden’ın gelmesi ilişkilerin yeniden şekillendirilmesi sonucunu doğurdu.
Bununla birlikte Türkiye ve BAE, ABD ile yaşadıkları krizler bağlamında benzer kaderi paylaşıyor. ABD’nin farklı gerekçelerle de olsa hukuka aykırı biçimde iki ülkeye de F-35 satmaması, Türkiye ile BAE’yi yakınlaştırdı. ABD’nin Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlamaması ve PKK/PYD terörünü Suriye’de devletleştirme projesi Ankara’yı nasıl kaygılandırdıysa farklı bağlamlarda benzer kaygılara BAE de sahip. Trump döneminde terör örgütü ilan edilen Husilere yaklaşımın Biden döneminde değişmesi nedeniyle Husilerin bölgesel ölçekte güçlenmesi, Washington’ın Abu Dabi’ye güvenlik garantisi vermemesi ve tatmin edici adımlar atmaması, Türkiye-BAE arasında ABD üzerinden bir yakınlaşma sinerjisi oluşturdu. Bu anlamda BAE, Türkiye ile güvenlik ortaklığını artırmanın peşinde.
Küresel siyaset denklemi açısından önemli ikinci dinamik, Rusya’nın küresel ve bölgesel ölçekteki yükselişi ve Moskova’nın Türkiye-BAE normalleşmesindeki pozisyonu. Putin’in liderliğinde tedrici olarak askeri gücünün meyvelerini (Kırım, Suriye- muhtemelen Ukrayna’nın bazı kısımları) toplayan Rusya, Türkiye ve BAE ile de yakın ilişkiler içinde. Ankara ile Suriye ölçeğinde, BAE ile Libya ölçeğinde iş birliği yapan Moskova, ABD’nin isteksiz davrandığı güvenlik tedariki meselesinde oldukça hevesli. Bir NATO üyesi olarak ilk kez Ruslardan S-400 alan Türkiye’yi modelleyerek BAE’ye de benzer sistemleri satmak isteyen Moskova’nın Türkiye-BAE normalleşmesini desteklediği düşünülebilir.
Üçüncü başlık Çin’in artan bölgesel angajmanı. Bu anlamda Rusya’ya benzer şekilde Çin’in de Türkiye-Körfez normalleşmesinden oldukça memnun olduğu belirtilebilir. Pekin, Moskova’nın aksine askeri unsurları değil, ekonomiyi önceliyor. Buna göre bölgesel gerilim yerine iş birliğinin kurumsallaşması Çin’in bölgesel nüfuzuna doğrudan katkı sağlıyor. Türkiye-Körfez normalleşmesinin başlamasının ardından Çin Dışişleri Bakanı'nın Körfez ve Türkiye’yi ziyaret etmesi, Pekin’in Ankara-Abu Dabi hattındaki yakınlaşmayı desteklediği yorumlarını beraberinde getirdi.
Çin’in Kuşak Yol Projesi’nde Körfez ve Türkiye kritik öneme sahip. Dahası Çin için BAE kapsamlı stratejik ortak iken Türkiye de stratejik ortak olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla Ankara-Abu Dabi hattındaki rekabet ve gerilim iklimi, Çin’in ekonomi bazlı bölgesel yükselişine ve yumuşak hegemonya çabasına engel olabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye-BAE normalleşmesi ABD-Rusya-Çin arasındaki küresel siyaset denkleminde önemli bir yere oturuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BAE ziyareti, Orta Doğu’daki bölgesel denklem açısından üç başlığı öne çıkarıyor. Bunlardan ilki Orta Doğu’da 2021 yılının başından beri süregelen bölgesel iş birliğini artıran gelişmeler. Türkiye ile normalleşme sürecini de kapsayan bu gelişmeler Bağdat zirvesinden bu yana Orta Doğu’da rekabet ve gerilim ortamı yerini iş birliği vediyaloga bırakmasıyla başladı. Bu anlamda gerek Türkiye gerekse BAE bölgesel konjonktüre uyumlu siyaset izlemeyi tercih etti.
Öte yandan, Türkiye-BAE normalleşmesi, Ankara’nın dış politikasındaki normalleşme diyaloglarında en hızlı sonuç veren süreci ifade ediyor. Nitekim Türkiye’nin Mısır ve İsrail ile istikşafi görüşmeleri BAE ile normalleşme sürecinden çok daha önce başladı fakat bu görüşmelerde somut sonuçlar henüz elde edilemedi. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye ve BAE oldukça pragmatist bir yaklaşım benimseyerek normalleşme süreçlerini hızlı şekilde kurumsallaştırdılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BAE ziyareti öncesi Abu Dabi’ye yakın Hasan Sacvani gibi ünlü sosyal medya kullanıcılarının paylaşımları ve Burc Halife kulesinde Türk bayrağının dalgalandırılması bin Zayed yönetiminin Türkiye ile yakınlaşma konusunda ciddi olduğunu kanıtlıyor. Benzer şekilde Khaleej Times gazetesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iş birliği mesajı ile dolu yazısına yer verilmesi, Arapça yayın yapan el-İttihad gazetesinde de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun’un yazıları dahil olmak üzere 8 sayfa Türkiye’ye yer ayrılması BAE’nin Türkiye ile normalleşmeyi kurumsallaştırmak isteğini ortaya koyuyor.
Ziyaretin öne çıkardığı ikinci başlık ise İran. Bu anlamda Körfez güvenliğini günbegün daha şiddetli tehdit eden İran destekli Husi saldırıları, Türkiye-BAE yakınlaşmasını hızlandırabilir. Bir yandan Tahran ile görüşen BAE bir yandan da İran destekli Husilerin meydan okumalarıyla mücadele etmeye çalışıyor. ABD’den beklediği desteği alamayan BAE’nin güvenlik kaygılarını Türkiye anlıyor. Nitekim Türkiye, Suudi Arabistan’a ve BAE’ye yönelik Husi saldırılarını kınadı.
Husilerin Türkiye karşıtı duruşlarını radikalleştirmesi de Ankara’nın Yemen’den Suudi Arabistan ve BAE’ye çıkış kapısı açabileceği yorumlarını beraberinde getirdi. Dolayısıyla İran ve Husilerin dengelenmesi bağlamında iki aktörün ortak zeminde buluşması beklenebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BAE ziyareti öncesi İran ajanlarının yakalanması da bu minvalde okunabilir. Dolayısıyla Türk üretimi silahlı insansız hava aracı alma yönünde istekli olan BAE’nin Türkiye ile yakınlaşmasının bir dinamiği de İran’ın dengelenmesi ve güvenlik iş birliklerinin genişletilmesi.
Üçüncü başlık ise Körfez içi rekabet. Bu anlamda BAE, Türkiye ile yakınlaşmayı Suudi Arabistan’ın dengelenmesi adına önemli görüyor. BAE-Suudi Arabistan arasındaki siyasi ve ekonomik rekabet Türkiye’nin Körfez’de yeniden konumlanmasını sağlarken, Abu Dabi-Ankara hattının yeniden şekillenmesini mümkün kılıyor. Bu anlamda BAE diğer rantiyer devletler gibi petrol dışı gelirlerini artırmak istiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Khaleej Times’daki yazısında vurguladığı üzere, iki ülke arasındaki ticarette petrol dışı ürünlerin toplam değeri son 10 yılda 90 milyar dolara yaklaştı. 2018’de 7,3 milyar dolar olan ticaret hacmi ise yüzde 21 artışla yüzde 8,9 milyar dolar oldu. Öte yandan BAE’nin petrol dışı gelirleri artırmak için pazar arayışında olduğu biliniyor. Türkiye de BAE ve diğer ülkeler için oldukça cazip. Bu anlamda BAE, Türkiye’deki fırsat ve olanakları başkalarına (Suudi Arabistan ve Katar’a) kaptırmak istemiyor.
Körfez içi rekabetin bir diğer boyutu da Katar üzerinden şekilleniyor. Biden, Trump’ın aksine Körfez’de kanat değiştirip BAE-Suudi Arabistan’a sırt döndü ve Katar’a yöneldi. Bu bağlamda Biden’ın Katar Emiri es-Sani’yi Beyaz Saray’da ağırlaması ve NATO dışı müttefik statüsüne yükseltmesi BAE’yi rahatsız etti. BAE, Türkiye ile yakınlaşarak Katar’ı dengelemek istiyor. Türkiye de Körfez’de aktör çeşitlendirerek Katar’a bağımlı kalmak istemiyor. Nitekim Katar’ın özellikle Doğu Akdeniz siyaseti Ankara’yı rahatsız ediyor.
Öte yandan Türkiye’nin yeni ekonomik modellemesinde üretim, istihdam, yatırım ve ihracat odakları Türkiye-BAE yakınlaşmasını hızlandırıyor. Dolayısıyla ilişkiler yeniden formüle ediliyor. İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun’un el-İttihad gazetesi için kaleme aldığı yazıda vurguladığı gibi salgın ve yeni meydan okumalarla mücadelede yeni bir yaklaşım gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iadeiziyareti bu yeni pragmatist yaklaşımın tohumlarının atıldığına işaret. Bununla birlikte her ne kadar ekonomik iş birliklerinin siyasi yakınlaşmayı kolaylaştıracağı tahminleri yapılsa da ilişkilerin stratejik ittifaka dönüşmesinin zaman alacağı söylenebilir. Özellikle Libya ve Doğu Akdeniz noktaları normalleşme noktasında tarafların ilk ciddi test sahaları olabilir. Benzer şekilde, Abu Dabi-Tel Aviv arasındaki yakınlık hesaba katıldığında, Türkiye’nin BAE ile normalleşmesinin doğrudan yansıyacağı ilk alanlardan biri Türkiye-İsrail ilişkilerinin hareketlenmesi olabilir.
[Mehmet Rakipoğlu Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde araştırma görevlisidir]