Salgın döneminin sağlık açısından belki de son düzlüğüne girmiş olsak da ekonomi ve ticarette oluşan yıkımın ve yaşanan dönüşümün etkisi, küresel olarak hissedilmeye devam ediyor. Başta piyasanın büyük aktörleri olmak üzere birçok ülke Kovid-19 salgınının getirdiği şiddetli talep daralması ve durgunlukla mücadele için kitapta yazan ilk çözüme başvurdu. Tıpkı 2008 küresel ekonomik krizinde olduğu gibi paranın maliyeti neredeyse sıfırlanırken, merkezi yönetimler tarafından doğrudan vatandaşların ceplerine karşılıksız meblağlar koyacak kadar genişlemeci para politikası uygulamaları devreye sokuldu. Atılan bu adımlarla ekonomik aktivite gerçekten de hızlı toparlandı ancak arz ve talep bu toparlanmada ahengi sağlayamadı.
Ülkeler arasında görünmez denilen sınırların zamana ve şartlara göre nasıl kendini gösterdiğini bu dönemlerde hep birlikte deneyimliyoruz. Dolayısıyla başta enerji ve gıda olmak üzere temel üretim ve tüketim maddelerinde yerli yeterlilik oranlarının artırılması ve yurt dışı tedarik imkanlarının çeşitlendirilmesi büyük önem taşıyor.
Arz ve talep dengesi
2008 krizinin aksine, salgın döneminde yaşanan durgunluk herhangi finansal ya da ekonomik sorunlar silsilesiyle ortaya çıkmamıştı. Boşaltılması gereken bir bavul olmadığı için de ekonomik aktivitenin kaldığı yerden devam etmesi daha kolay oldu. Ayrıca 2008’de gayrimenkul piyasasıyla başlayan ancak daha sonra küresel finans sisteminin tüm aşamalarını ele geçiren sistemik bir kriz yaşanmıştı. Diğer taraftan 2020 yılının ikinci çeyreğini bir kenara bırakırsak, salgın döneminde bulaşıcılık etkisi görece zayıf daha niş sektörler daralmayla karşı karşıya kaldı. İnsanların işsiz geçirdiği süreler de bu dönemde oldukça sınırlı oldu ve birçok sektör hibrit çalışma modelleriyle yeni normale adapte olarak yoluna devam etti.
Dolayısıyla böylesi bir ortamda ucuzlayan ve bollaşan para, kısa süre sonra insanların tüketim taleplerine yansıdı. Ancak terazinin diğer kefesinde işler aynı şekilde ilerlemedi. Salgın nedeniyle insanların tüketim tercihlerinin değişmesi, e-ticaret büyüme hızının katlanması, lojistik ağ ve tedarik zincirinde yaşanan problemler, çip krizi benzeri sıkıntılar, küresel üretimin en önemli merkezlerinden olan Doğu Asya’da Kovid-19 vakalarına karşı çok sert önlemlerin alınması gibi farklı etkenler nedeniyle, arz tarafındaki artış hızı talebi yakalayamadı. Talebin arzdan fazla olduğu hemen her senaryoda olduğu gibi bu durum fiyatları yukarı taşımaya başladı.
Salgın döneminin sağlık açısından belki de son düzlüğüne girmiş olsak da ekonomi ve ticarette oluşan yıkımın ve yaşanan dönüşümün etkisi, küresel olarak hissedilmeye devam ediyor. Başta piyasanın büyük aktörleri olmak üzere birçok ülke Kovid-19 salgınının getirdiği şiddetli talep daralması ve durgunlukla mücadele için kitapta yazan ilk çözüme başvurdu.
Küresel olarak fiyat baskısının artmaya başladığı dönemde para politikasının patronları bu artışı farklı yorumlamayı tercih etti. Uzunca bir süre enflasyonun "geçici" olacağı yönünde demeçler verilirken, özellikle emtia fiyatları kaynaklı artışlar devam ettikçe açıklamaların tonları da zaman içinde değişmeye başladı. Daha öncesinde parasal sıkılaşma ve dağıtılan paranın kademeli olarak geri çekilmeye başlanması için 2023 yılı işaret edilirken sözlü yönlendirmelerde yapılan bu gecikmeler nedeniyle 2022 yılının ilk çeyreğinde FED faiz artırmak durumunda kaldı. Bu sene sonuna kadar piyasa fiyatlamaları ciddi sıkılaşmalara işaret etse de enflasyondaki artışa müdahalenin küresel merkez bankaları tarafından gecikmeli gelmesi emtia fiyatlarındaki artışı hızlandırdı.
Piyasadaki gerginlik tedarik kısıtlamasıyla birleşti
Ana hikayeyi salgın kaynaklı gelişmeler oluştururken, 2022’de patlak veren kriz, emtia fiyatlarındaki hareketi farklı boyutlara taşıdı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ile başlayan savaş ve akabinde Rusya’ya uygulanan yaptırımlar arz yönlü yeni bir baskı oluşturdu. Dünyanın önde gelen petrol ve doğalgaz üreticilerinden biri olan Rusya, bunun yanı sıra başta paladyum, nikel, platinyum olmak üzere birçok endüstriyel ham madde için de kritik aktörlerden birisi.
Böylesine büyük bir oyuncunun piyasaya sağladığı tedarik kısıtlaması piyasalardaki gerginlikle birleşince, fiyatlar görülmemiş seviyelere çıktı. Durumu daha net izah edebilmek adına salgın döneminin en yoğun hissedilmeye başlandığı 2020 mart ayına göre küresel olarak fiyat artışı nikel için yüzde 200, alüminyum için yüzde 150; demir, bakır ve petrol için yüzde 100 seviyelerinin üzerinde gerçekleşti.
Endüstriyel emtia fiyatlarında görülen yüksek seviyeler, doğrudan ve dolaylı biçimde küresel olarak tüm fiyatları yukarı çekmeye başladı. Rusya ve Ukrayna’nın enerji ve endüstriyel emtia fiyatlarına ek olarak özellikle buğday ve ayçiçeğinde çok ciddi tedarikçi konumunda olması da gıda fiyatları üzerindeki baskıyı artırdı. Arz kaynaklı bu sıkıntıları gören bazı ülkelerin de korumacılık refleksiyle hammadde ve gıda ürünleri ihracatına kısıtlamalar getirmesi, çeşitli vergi ve kota uygulamalarının devreye alınması da gıda fiyatlarında tarihi zirveleri beraberinde getirdi.
Küresel ekonomik gündemi etkisi altına alan bu yangının kısa vadede kontrol altına alınması Rusya-Ukrayna cephesinden gelecek olumlu haber akışına bağlı görünüyor. Ülkemiz açısından da hem enflasyon görünümü hem de enerji ve turizm kaynaklı cari denge görünümün desteklenebilmesi açısından savaşın bir an evvel sona ermesi en olumlu senaryo olarak ön plana çıkıyor.
BM Gıda ve Tarım Örgütünün hesaplamalarına göre, küresel gıda fiyatları son iki senede yaklaşık yüzde 60 artarken hububat fiyatlarında bu artış yüzde 70, bitkisel yağ fiyatlarında ise yaklaşık yüzde 150 seviyesinde gerçekleşti. Gıda fiyatları geldiği bu seviyelerle 1960’lara kadar uzanan endeksin en yüksek reel fiyat seviyesine de işaret ediyor. Salgın öncesi dönemde yaklaşık 6-7 yıl boyunca gıda fiyatlarında görülen çok sınırlı dalgalanmanın ardından görece kısa sürede bu artışın gelmesi de yaşanılan şokun bir başka boyutunu gözler önüne seriyor.
Geldiğimiz noktada küresel emtia fiyatları henüz ciddi bir yavaşlama emaresi göstermiyor. Devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı şu anda fiyatların düşmesi önündeki en önemli engel. Son dönemde Çin’de artan vakalara karşı hayata geçirilen sert kısıtlama tedbirleri de arz güvenliğini tehdit ediyor. Her ne kadar sıkılaşma yönünde hareket başlamışsa da finansal koşullarda ve likiditeye ulaşmada henüz bir sıkılıktan söz etmek için etken. Dolayısıyla emtiaları buraya taşıyan üç ana etmen halen etkisini sürdürmeye meyilli.
Para politikasındaki değişimin etkisini kısa vadede görmemiz zor. Her ne kadar FED’in çok uzun zaman sonra 25 yerine 50 baz puanlık faiz artışı yapması gibi şahin beklentiler olsa da fiyatların önüne geçmesi biraz zaman alacaktır. Çin’in de salgınla mücadeledeki sertliği hemen hiç değişmedi. Ayrıca kısıtlamalarla Çin kaynaklı görülebilecek olası bir talep daralmasının arz etkisine ağır basması, emtia fiyatlarının düşmesine katkı sağlayabilir. Küresel ekonomik gündemi etkisi altına alan bu yangının kısa vadede kontrol altına alınması Rusya-Ukrayna cephesinden gelecek olumlu haber akışına bağlı görünüyor. Ülkemiz açısından da hem enflasyon görünümü hem de enerji ve turizm kaynaklı cari denge görünümün desteklenebilmesi açısından savaşın bir an evvel sona ermesi en olumlu senaryo olarak ön plana çıkıyor.
Son söz olarak, arz güvenliğinin yeni dönem ulusal ekonomi politikalarının merkezine yerleşmesi bekleniyor. Ülkeler arasında görünmez denilen sınırların zamana ve şartlara göre nasıl kendini gösterdiğini bu dönemlerde hep birlikte deneyimliyoruz. Dolayısıyla başta enerji ve gıda olmak üzere temel üretim ve tüketim maddelerinde yerli yeterlilik oranlarının artırılması ve yurt dışı tedarik imkanlarının çeşitlendirilmesi büyük önem taşıyor. Bu iki temel grubu ekonomi politikalarının ötesinde milli güvenlik meselesi olarak görmek ve tüm süreçlerinde merkezi bir planlama ile hareket etmek, yeni dönemde Türkiye’nin daha sağlam ve sürdürülebilir bir kalkınma patikasında ilerlemesinin de teminatı olacaktır.
***
[Mustafa Berk Erdal, Ekonomist, Stratejik Planlama ve Ekonomik Araştırmalar Müdürlüğü, Albaraka Türk Katılım Bankası A.Ş.]